Celladına Aşık Olmuşsa Bir Millet
Zaman zaman hepimiz kendi şehrimizi düşündüğümüzde; var olan gerçeklerle değil, kendi iç dünyamız da yaşatmaya çalıştığımız, hasretini çektiğimiz şehirle mukayese eder, sonrasında da keşkeklere, ah, vahlara ve pişmanlıklara sarılıp dururuz. Aslında anlatılması zordur. Anlatılamaz da… Anlatılsa bile, önümüze örülen her sokak başındaki duvarlar yüzünden, şehrin çıkmaz sokaklarına takılır kalır anlatılanlar. Çıkış bulamaz hedefe varamaz anlatılanlar, anlatılmaya çalışılanlar. Sanki bir kaderdir. Sanki ilahi kitaplarda bize verilen emirdir. Öyle dayatılır. Varlıklarını sürdürebilmek için de öyle dayatırlar Kendini adını bile yazamayan kişiler mi. Kendini ifade edemeyen adamlar mı. Dünya görüşü sadece aşiretinde ki eli sopa tutan adam sayısını geçmeyenler mi. Kendi çıkarlarını kendince çok ta şeyinde sayanlar mı? Dersiniz. Şehrin dillere destan Dünyaca meşhur sadeyağını, politikada yükselmek için davranış şekli sayanlar mı dersiniz. Eline geçen her hangi bir küçük koltuğu Dünyasının merkezine koyup, kıçını, Japon yapıştırıcı ile oraya yapıştıranlar mı dersiniz. Kısacası dersiniz de dersiniz… Sonra bir arkeolog çıkar (-ki İnşallah cennetliktir o güzel insan). Başka işi yokmuş gibi şehrin tarihinin, insanların gittikçe sıradanlaşan, yozlaşan sıra gecelerinde büyüttükleri göbekleri ile değil, bir köylünün kara sabanına takılan tarihle 12 bin yıl öncesine gittiğini ortaya çıkarır. Belki bilinen o klasik tarih yeniden yazılacaktır artık… Derken, o şehrin insanları hariç herkes üşüşür, sahiplenir o tarih mirasını, Dünya mirası listesine de girer. Girer ama tarihin akışı içinde, değişen sadece tarihtir. Zamandır. Değişmeyen tek şey; Gelen onlarca peygambere inat, bir tane Nemrut’un açtığı yolu tercih edenlerin bu şehir de katır inat, güle oynaya baş tacı edilmeye devam edildiğidir… Ne demişti Ömer Hayyam “Celladına aşık olmuşsa bir millet İster ezan, ister çan dinlet İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet Müstehaktır ona her türlü zillet. “ Hayatı doğruları ve Urfa’yı seven herkese saygılarla