Bir koşuşturmacadır gidiyor. Harala gürele yuvarlanıp gidiyoruz yaşam çarkının çemberinde. Ortalık toz duman. Halimiz harap ve çok yaman. Acaba kendi kıyametimiz ne zaman? “Acele giden ecele gider.” sözünü haklı çıkarırcasına, hız limitlerini her alanda hızla aşıyor ve sonumuza gözü kapalı, hızla koşuyoruz.
Dedim ya; çok acelemiz var dostlar çoook!
Beklerken de gidip gelirken de yerken, içerken, kendimizden geçerken de acelemiz var biliyorsunuz. Severken de nefret edip kızarken de ayrılmak ya da kavuşmak isterken de; evlenirken, boşanırken de acelemiz var. Bütün kararlarımızı acele veriyoruz. Bütün tepkilerimiz ve öfkelerimiz acil nedense! “Akletmek” aklımıza gelmiyor acilciliğimizden ötürü. Kendimize “Bir dur!” demeyi hiç mi hiç düşünemiyoruz.
Hızla acıkıyoruz. Abur cubur, ne bulursak hızla yiyoruz. Yemeğimiz biraz gecikse hızla kıyamet kopartıyoruz. Karnımız doysa bile gözümüz doymuyor; yedikçe yiyoruz. Hiç bulamayanlar için 20, az bulabilenler için 10, bulabilenler için 5 kişiye yetebilecek yiyecekleri bir başımıza hızlıca tüketebiliyoruz. Sonra hızla sancılanıyoruz. Soluğu acillerde alıyoruz acil vaka olmasak bile. Dedim ya; çok acelemiz var çoook!
Maçları daha ilk dakikalarda kazanmak, rakibimize ilk çeyrekte fark atmak istiyoruz. Hakemin her kararına itiraz ederken de futbolcumuz sahanın neresinde düşerse düşsün hemen “Penaltı!” diyoruz bütün faullere! Hükmümüzü hakemden önce verirken çok acelemiz var; bekleyemeyiz. Sevinmemiz, bağırmamız, stresimizi atmamız ve bir an önce “kendimizden” kurtulmamız gerekiyor.
İlk görüşte aşk, acil evlenme ve yine acil boşanma oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden biriyizdir eminim. Öyle hızlı görüyor, öyle acele tanıyor, en ateşli şekilde seviyor, öyle telaşla âşık oluyoruz ki halimiz evlere şenlik adeta! Bütün bunlardan sonra ne oluyor dersiniz? İşte acele eden ecele gider misali boşanma oranları da aynı hızla artıyor. Aile hayatının dinamitlenmesi, toplumsal dinamiklerin yerle bir oluşu, negatif sosyal etkileşimin tavan yapması da acilen gerçekleşmiş oluyor.
Çocuklarımızla olan irtibatımız, ebeveynlik sorumluluklarımız, eşlerimiz ve çocuklarımızla olan diyaloglarımızda da farklı bir durum yok. Zaten öz benliğinde acilci olan birinin, hayatının diğer kısımlarında ya da ilişkilerinde farklı olmasını beklemek sizce de hayalcilik olmaz mı? Ne çocuk, çocukluğunu yaşayabiliyor bu acelecilikle; ne de anne-baba, ebeveynliğini!
Anneler, çok acelesi olduğu için çocuklarını anneannelerine veya babaannelerine teslim edip koşuşturmacaya devam ediyorlar. Yine anneler ve babalar, kısıtlı birlikteliklerinde bile çocuklarının ellerine hemen birer “akıllı” telefon ya da tablet verip onlardan daha kıymetli ve acil işlerine bakıyorlar!
Hemen ve en hızlı şekilde büyümelerini istiyoruz bütün çocuklarımızın. Bizim istediğimiz kariyeri seçmesini, okulunu bitirmesini, hızlıca iş güç sahibi olmasını, para kazanmasını; yine kendisi gibi kariyer, çevre, iş güç sahibi, hem de güzel mi güzel bir gelin ya da yakışıklı bir damat bulup evlenmesini “acilen” talep ediyoruz onlardan. Talep biraz yumuşak oldu sanırım; diretiyor, dayatıyor hatta daha da ileriye bile gidebiliyoruz bu beklentimize acilen kavuşmak için. Kendimiz birkaç yıl daha mutlu olabilmek için çocuklarımızın 40-50 yıllık hayatlarını bu aceleciliğimiz yüzünden “berbat” etmekten imtina etmiyoruz.
Acelecilikte zirveye çıktığımız en önemli alanlardan birisi de trafik! Ben kırmızı ışıkta beklerken arkamdaki araba kornaya basıyor. Bir bakıyorum henüz sarı ışık bile yanmamış. Belki de yanmak üzere; acilciler bunu hesaplayabiliyor çünkü. Benim kırmızı ışıkta piknik yaptığımı düşündüğü için ve onun da “tabakhaneye bilmem ne yetiştirmek” acelesi olduğundan asılıyor kornaya. Hatta bazen camı açıp sol elinin orta parmağı ile de tanıştırabiliyor beni!
Slalom yaparak hızla şerit değiştirenler mi dersiniz… Sağdan, soldan kaynak yapma ustaları mı dersiniz… En sağdan gelip önünüze kıranlar mı? Arkadan tampona dokunacak kadar sizi taciz edenlerden tutun da bindiği arabanın segmenti yukarı çıktıkça bütün trafiğe hükmetme, kendinden daha güçsüzüne hayat hakkı tanımama, “Açılın abiniz, (bu aralar daha çok da) ablanız geliyor!” haykırışlarını sıkça duyabiliyoruz acil olarak.
Yahu insan her yerde her şey için acele edebilir desek bile Allah’ın huzurunda da olur mu bu? İnanın orada da oluyor. Hem de tahmin bile edemeyeceğiniz kadar çok. En geç gelen Müslüman, cemaati yara yara en öne geçmeye çalışıyor. Hadi ön safta namaz kılmanın çok sevabı var, adamın da bu sevaba ihtiyacı var diyelim. Geçip gitsin ön safa. Bununla bitmiyor ki acelesi! İmam selam verir vermez aynı adam hemen kalkıp acele ile camiyi terk etmeye çalışıyor. Gelirken tepeleyip geçtiği diğer Müslümanları yine tepeleyerek aceleyle çıkıp gidiyor. Kalanlar ne yapıyor dersiniz? Onlar da acele ediyor; bir tesbihat yapış hızı var, aman Allah’ım! Dersiniz ki erken bitirenin duası kabul oluyor da diğerlerininki boşa gidiyor. Dedik ya önceden; imamın da müezzinin de cemaatin de çok acelesi var çoook!
Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya çalışırken çok acele ediyoruz gerçekten. Zengin olmak, köşeyi dönmek, hak ettiğimizden de fazlasına hem de emek vermeden sahip olmak, bunu yaparken kul hakkına tecavüz etmek, adalet ve hukuku çiğnemek gibi hususlarda gerçekten çok acelemiz var. Ama iş, yarın ölecekmiş gibi öbür tarafı düşünmeye geldiğinde hepimiz yüzümüze gözümüze bulaştırıyoruz aceleciliği.
Aslında “Eskiden de böyle miydik acaba?” diye soruyorum kendime sık sık. Millet olarak böyle miydik? Böyle miyiz bütün toplum olarak? Genlerimiz mi etkili böyle olmamızda? İçimizdeki sabotajcı mı bizi bu hale getiriyor?
Neden bu acele?
Kendimize “Bi dur ya… Bi dur Allah aşkına!” diyemeyecek miyiz?
Yorumlar
Kalan Karakter: