KUSURSUZ CİNAYET VARDIR! (2)
Yayınlanma :
11.08.2019 13:13
Güncelleme
: 11.08.2019 13:13
İki acar polisin bilimin yardımı ile karmaşık cinayetleri çözdüğü ‘’KANIT’’ adlı polisiye filmini hatırlayanınız var mı bilmiyorum. İşte o film her defasında Dr. Sevil Atasoy’un ‘’Kusursuz cinayet yoktur!’’ repliğe ile biter, ben her seferinde ‘’Hadi be oradan!’’ diye kalkardım ekran karşısından!
Söz konusu herhangi bir ateşli veya delici kesici silah ile birini öldürmek ise haklıydı doktor fakat ben de haklıydım çünkü bu hayatta insanı yaşarken öldüren kusursuz cinayetlerin coğrafyasında hayata gözlerini açmış olmanın acı gerçekleri ile yüzleşmiş adamın biriydim ben!
Biliyorum. İçinizden birileri ‘’Böyle saçmalık mı olur?’’ diyecek… Bir başkası ‘’Yine mi ‘’Memleketçilik’’ diye atlayacak meseleye. Birisi ‘’Aman be; nedir bu arabesk söylemler!’’ derken, bir diğeri o bildik kafatasçı zihniyeti ile ‘’Ekmeğini yediğin ülkeden şikâyet eden nankörsün!’’ gibi ahmakça bir söz savuracak!
En çok da sonuncu söze illet olurum arkadaş: Bilmeyen de Doğu ve Güneydoğu da yaşayan Kürt halkının hiçbir şey üretmeden devletin bağışları ile karınlarını doyurduklarını sanır…
Pek tabi bilmezler ülkenin en zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının bu iki bölgede olduğunu tıpkı Çanakale de, Urfa da, İzmir de, Maraş da bu ülke için şehit düşen Kürt kökenli kahramanları bilmedikleri gibi…
Biz dönelim kusursuz cinayet vardır iddiama: Buyurun size Yozgat da kanalizasyona düşerek hayatını kaybeden Siverekli Gülbahar kardeşimin kusursuz cinayeti!
GÜLBAHAR SOLARKEN!
Canı yanıyordu. Alabildiğine yorgundu üstelik fakat dünyanın en değerli pirincinin, buğday ve mercimeğinin boy verdiği Siverek Karacadağ eteklerinden kopup Yozgat’ın tarlalarına ırgat olan Gülbahar, annesinin derme çatma çadırın önünde kararmış teneke de pişirmeye hazırlandığı bulgur için odun toplamak zorundaydı!
Sarı simli fistanı, beline inen uzun ve örgülü siyah saçlarını örten puşisinin altında solgun yüzü ile odun toplamaya çıktı mecburen. Gün boyu kazma sapı ile tarla dövmekten su toplayan avuç içleri sızlıyor, sivrisineklerin ısırıkları kanlı kaşıntılı yaralar biriktirmiş, çekilmez bir acı veriyordu bedenine.
Mesele acılarını sevmektir derdi annem. ‘’ Acılarımız yakıtımızdır’’ derdi bilge adam. Mezopotamyanın esmer alınlı çocuklarına acılarını sevmek düşmüştü ya bir kere: Bildiği ayrılıkla son bulan (*1)‘’Dotmam’’ (*2)klamını mırıldanarak savaştı canının yangınları ile Gülbahar.
Henüz 20 yaşındaydı Gülbahar. Yaşından çok daha büyük umutları vardı yoksulluğun dayattığı çaresizliklerin darağaçlarına asılı. Her genç kız gibi beyaz gelinlik giyecek, anne olacak, nice bayramlar kutlayacak nice mevsimler sığdıracaktı ömrü hayatına.
Yorgun bedeni bir an sarsılır gibi oldu Gülbahar’ın. Toprağın ayaklarının altından kaydığını hissettiğinde yuvarlanmaya başladı öylece. Çaresizce çırpınırken kanalizasyona düşmemek için avuçlarına gelen otlara tutunmaya çalıştı ama taze otlar kökünden sökülüyor, hayat Gülbahar’ı kanalizasyonun kirli sularında sonsuz bir karanlığa sürüklüyordu…
Kanalizasyon sularına düştü Gülbahar. Kimseler görmedi yaşamak için çaresiz çırpınışlarını. Kim bilir ne çok haykırdı elinden tutacak ve kendisini hayata çekecek bir yardım için. Nafile çünkü kader ağlarını örmüş, bir mevsimlik işçi daha üç kuruşluk yevmiye için kurban oluyordu yoksulluğa…
Gülbahar cansız bedeni Çıkrık köyünde mezarlığa defnedilirken kimse çıkıp; ‘’ Buğday, Pirinç, Mercimek, Fıstk gibi tarım ürünlerine; Göbeklitepe, Balıklıgöl, Soğmatar vedaha birçok turistik esere, Fırat gibi ülkenin en büyük su kaynağına ve daha birçok yeraltı yer üstü zenginliklere sahip Şanlıurfa’nın 20 yaşındaki gencecik bir kızını gurbet ellerde ırgat halde Azrail’e teslim etmesinin kusursuz bir cinayet olduğunu söyleyemedi…’’
Kimse çıkıp dünyanın en zengin toprakları üzerinde ülkenin en yoksul insanı olma halinin beceriksiz, liyakat yoksunu siyasilerin ve dahi sözde ileri gelenlerin, toprak ağalarının kusursuz cinayeti olduğunu söyleyemedi.
Sorarım hepinize Allah aşkına; Gülbahar’ın ölümü bu topraklara üretim gücünü arttıracak projeler getiremeyen, fabrikalar açamayan, çiftçinin desteklemelerine dahi blokeler koyan DEDAŞ zulmüne dahi dur diyemeyen siyasilerin kusursuz kusurlarının sonucu değil de nedir?
YEDİ MEZAR ARAP AHMET
Gaddar, kör bir gecenin sonunda İstanbul'dan önce uyandım sabaha ama iyiyim!
Zeytin karası vakitlerde, uyanıkken üstelik de yüreğimde derin korkular, umutsuzluk sarmalında hüzünler dolanırken yani: gördüğüm rüyaları unutmamak için masallar bağladım parmağıma ama iyiyim!
Bir masal dile geldi gönül bahçemde bülbül ağlarken bağıra çağıra!
Güller solarken ilkbaharında ömrümün ve iri yağmur taneleri talan ederken memleketimin bereketli topraklarında filizlenen emek tohumlarını.. Arap Ahmet çıka geldi masalın orta yerine!
Arap Ahmet: Çocukluğumun karşı mahallesinde boy veren esmer delikanlı yani… Zira ne Ahmet Abi Arap olduğu için yüreğimizin misafir delikanlı abisi idi, ne ben Kürt olduğum için mahallenin sevimli türkücü çocuğu.
Ne ben onu Arap olduğu için idol edinirdim; ne o beni Kürt çocuk olduğum için her bayram boynuna alır bir baba şefkati ile severdi.
Arap Ahmet: Her arife günü üstüne giydiği beyaz çizgili takım elbisesi, gülümseyen yüzüne yakışan siyah bıyıkları ve iri gözleri ile mahallenin yoksul çocuklarına şeker niyetine harçlık dağıtan güzel adam.
Gün sonunda dağıttığı harçlıklardan arta kalan parası bir çocuğunkinden daha az olan cömert hemşerim.
Her şeyi ile güzel adamdı Arap Ahmet ama kadere bakın ki dibine kadar yoksuldu işte!
Yıllar sonra İstanbul’da ağırladım kendisini. Ceylanpınarlı bir Afgan göçmen dolandırmıştı kendisini!
Evlenmiş baba olmuştu Arap Ahmet. Çocuklarından bahsederken dal gibi titriyor, esmer kalın dudaklarından sevgi, şefkat ve babalığın o anlatılmaz duyguları, sıcaklığı dökülüyordu yer soframıza.
Güzel adamdı Arap Ahmet be.
Çok güzel adamdı..
Arap olmanın bütün güzellikleri vardı bakışlarında, yüreğinde… Hani o sofrada katığımız, yürekte acımız, gülen yüzlerde umudumuz, cepte harçlığımız ve paylaşılacak ne varsa bölüştüğümüz Arap olmanın en güzel yanlarından birisiydi Ahmet.
Bir sabah gelinlik çağına gelmiş kızının çeyizini ve okul çağlarındaki evlatlarının ihtiyaçlarını karşılamak için doluştular kamyon kasasına!
Mevsimlik işçi katarının hüzünlü yolcularıydılar Ahmet ve ailesi.
Ne garip şey anne! Arap Ahmet ve ailesi TİGEM'in uçsuz bucaksız arazilerinin ortasından geçen, iki tarafında buğday başaklarının boy verdiği zengin topraklar arasından gurbetteki toprakların ırgatı olmak için süzüldüler!
Fıstık Ağaçları meyvesini döküyordu utancından ve asma bahçelerinden salkım saçak üzümler ağlıyordu! Domates fideleri bu kez utancından al al bakıyordu yere.
Ne garip şey anne; dünyanın en zengin topraklarında yaşarken, gurbet kuşu olmak kamyon kasası şekilli kafeslerde..
44 gün alın teri döktüler kızgın güneş altında. Sonra memlekete dönecek, kızını gelin edip birkaç ay rahat nefes alacaklardı sadece.
Ve kamyon nehre devrildi o gün!
Ve o günden beridir sıra gecelerinde en hüzünlü hoyratlar gazeller yükselir oldu derler! Derler ki; yukarıdan Urfa’ya bakan mağaralar bu yüzden dört mevsim ateş saçar misafirine!
Devreşe Evdo yattığı yerde inler ve Gülpınar’ı o gündür bu gündür yoksulların acısına merhem misali serinlik katacak deyi akar!
Ekmek uğruna mevsimlik bir umuda çıkan Arap Ahmet ile eşinin ve çocuklarının beyaz kefene sarılı cansız bedenleri: Yine bereketli TİGEM arazilerinin orta yerinden süzüle süzüle geldi Ceylanpınar mezarlığına.
Dünyanın ilk üniversitesini bağrında taşıyan Urfa da hala okula gidemeyen kız çocuklarının varlığı kusursuz eğitim cinayeti değil de nedir?
53 ile mevsimlik içi göçü veren Urfa halkının uzay çağında derme çatma çadırlarda aylarca yaşam ve ekmek mücadelesi vermesi siyasilerin kusursuz emanete ihanet cinayeti değil de nedir?
Koyun sürüsü gibi doluştukları toplu taşıma araçlarında gurbete giderken ölüyor mevsimlik işçileri dönerken ölüyorlar!
Aralarında gittikleri yerde saldırılara maruz kalıp ölenler de var oy havar!
En şanslıları ise uğradıkları saldırılardan sadece yara alarak kurtulanlar vay lımın!
Şimdi sorarım sizlere; Mevsimlik işçi dramı kusursuz cinayet değil de nedir?
URFALI BEHLÜL!
‘’Bir gün Halife (*1)Behlül’e sorar: Hırsızlık etmenin cezası nedir?
Behlül cevap verir: Eğer hırsızlık etmeyi kendine iş edinmişse eli kesilmelidir, yok eğer aç kaldığı için yapıyorsa, Halifenin eli kesilmelidir!’’
Hırsızlık etmenin sebeplerinden habersiz Halife bu cevaba karşı nasıl bir tepki verdi bilinmez ama tarih haksızlık karşısında boyun eğmeden doğru bildiklerini haykıran Behlüllerin çektiği acılar ve yaşadıkları derin yalnızlıkların hüzünlü hikâyeleri ile doludur!
Kısacası kolay değildir zamanın Behlül’ü olmak! Hoş, (*2)Harun Reşid’in olmadığı zamanda Behlül olmanın zerre değeri olmadığı gibi; doğru söyleyenin 9 köyden kovulduğu zamanın doğrucu Behlül olmak sadece kendine yeni sürgün yerleri seçme şansı verir adama!
Malum, bu dünya Sultan Süleyman’a bile kalmadı… Su gibi akan zaman, makamına, zenginliğine, gücüne, kudretine, yaşına, saçına, başına, rengine, diline, ilmine, inancına bakmaksızın milyarlarca insanı toprağın kucağına bıraktı…
Ve fakat insanoğlu hiç ölmeyecek gibi yaşamaya, bitmek bilmez bir hırs, aç gözlülük ile sadece tüketmeye devam etti… Bin yıllarla ifade edilen insanlık tarihi ise hala hırsızlık etmenin sebepleri arasındaki keskin farklılığı görmedi! Behlüllerin soy kırıma uğradığı uzay çağında görme imkânı da yok artık!
Elbette ki MS 763 yıllarda yaşadığı varsayılan meczup, veli bir zat olan Behlül olabilmek ne güzel şeydir ve ne mümkün lakin ‘’Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır oğul, SUSMAYASIN!’’ diyen ve doğruları her yerde haykırmanın önemli olduğunu bize öğreten bir annenin evladı olmak mümkündü…
NEDİR NE?
Buğday
Mercimek
Fıstık
İsot
Pamuk
Zeytin
Pirinç
Karagül
Ters Lale
Gibi zengin tarımsal ürünlere,
Göbeklitepe
Soğmatar
Balıklıgöl
Halfeti
Harran Evleri
Tarihi ve dünyanın ilk üniversitesi (Harran)
Takoran Vadisi
Urfa Kalesi
Ve buram buram tarih kokan turistik eserleri,
Fırat başta olmak üzere zengin su kaynakları
Petrol yatakları
Ve ülkenin 1. dünyanın 2. Büyük Tarım Hayvancılık çiftliği ile bırakın 2 milyonlük nüfusu ile Urfa’nın; ülke ekonomisine çatı olacak Şanlıurfa’nın bugün 53 ile mevsimlik işçi göçü vermesi hizmet eksikliğinin kusursuz cinayeti değil de nedir?
Bölge halkını kaçakçılık ile suçlayıp aslında halkın alın terini usta kaçakçılar misali sömüren DEDAŞ zulmüne dur diyememek emeğin kıtır kıtır katledildiği kusursuz bir cinayet değil de nedir?
2 Milyonluk koca şehir de yetersiz doktor, hastane, hasta yatağı olmadığı için komşu şehirlere giderken, dönerken ölen veya ölmekten beter olan hasta ve hasta yakınlarının halleri ilgisizliğin bir şehrin gırtlağına çökerek ağır ağır boğduğu kusursuz bir cinayet değil de nedir?
Milenyum çağında hala taşımalı eğitim belası ile uğraşan, hala kız çocuklarının okula gidemediği, hala 50-60 kişilik sınıflarda ders verilen okul halleri çocuklarımızın hayallerini öldüren eğitim cinayeti değil de nedir?
Benim şehrimin insanları işsizliğin, tefeciliğin, yoksulluğun kamburu altında ezilirken Suriyeli göçmenlerin zevki sefa içinde yaşaması eşitlik ve insan haklarının katledildiği kusursuz bir cinayet değil de nedir?
Hala tapulaşmanın gelmediği topraklarda insanların ve dahi kardeşin kardeşi vurmasına sebep arazilerin susuzluktan sürülemiyor olması ülkenin ekonomisine, çiftçinin geleceğine sıkılan kurşun yani kusursuz cinayet değil de nedir?
GÜLPINAR’I AKMALI BU COĞRAFYAYA!
Yukarıdaki bütün soruların farklı gerekçeler içeren bahaneleri ve sudan ucuz sebepleri var elbette! Lakin sorunun temelini uzun yıllardır görevlerini laiki ile yapamayan siyasiler oluşturur desem kızmasınız umarım!
Umarım Urfa’nın artık vizyonu, vicdanı, samimiyeti, bilgi birikimi ile gerçek bir siyasi lidere ihtiyacı olduğunu görmezden gelmezsiniz!
Elbette siyasi tarihimizde birçok değerli milletvekili, belediye başkanları, il ilçe başkanları da bu şehri temsil etmiştir ne var ki özellikle 17 yıldır tarihin en güçlü iktidarının kalesi olan Urfa’nın yaşadığı bütün sorunlar liyakat yoksunu siyasilerin kâh beceriksizlikleri kâh bazılarının oturdukları koltukları kendi çıkarlarının akarı haline getirmesinin sonucudur…
Bütün gayeleri yakınlarına ihale almak, iş için torpil yapmak olan ve şehrin bütün akarlarını kendi ceplerine yönlendiren bu tip siyasilerin yarattığı siyasi ortam 2 milyon mazlum halkın her geçen gün daha derin bir yokluğa mahkûm olmasını sağlarken Urfa gemisinin alabora olduğunu ve hep beraber boğulacağımız gerçeğini kimseler görmüyor!
Bakınız; ‘’Kayseri’den öteye kimseyi bakanlığımda görmek istemiyorum!’’ dediği iddia edilen Tarım Bakanı gerek bakanlığında gerek ülke tarım ve hayvancılığının kalbi TİGEM de tek bir URFALI Bürokrat bırakmadı!
Bakınız; Uğur Büyükhatipoğlu gibi üst düzey bürokraside elde ettiği başarıları ortada olan hemşerimiz neden değerlendirilmez düşündünüz mü?
Bırakın Tarım Bakanlığında genel müdürlük görevini; müsteşar olacak kadar bilgi birikimine sahip ve ülke tarımına büyük katkıları olacağına inandığım Müslüm Beyazgül nerede?
Elimizde avucumuzda kala kala SGK Başkanı Selim Bağlı kaldı ki onu da o makamdan indirmek için yapmadığımız kalmadı!
Bir süre devam eden ithal BŞ Belediye başkanları, ağabeyleri vekil ve bakanlar sonrasında Urfalının Urfalıya zaten az olan sevgisi yerle bir oldu farkında mısınız?
İşte sinsice aramıza sokulan bu nifak tohumlarının meyveleri kardeşliğin katledildiği kusursuz cinayetin ta kendisidir.
Ve şahsi kanım odur ki büyük bir değişime hazırlanan Ak Partinin Urfa gerçeğini idrak etmesi ve üvey evlat muamelesinden kurtulması için yaklaşan kabine ile MKYK değişiminde doğru isimlerle temsil son şansıdır Urfa’nın…
Mesela neden Urfalı bakan, genel başkan yardımcıları, bakan yardımcılarımız ile aynı anda temsil edilmeyelim. 5 bakanlık ile adeta Trabzon & Rize bakanlığına dönüşen kabine ve genel merkezde iki şehrin toplamından büyük ve bereketli topraklara sahip Urfa neden hak ettiğini almasın?
Tam da bu nokta da sadece Urfa için değil; bölgenin batı ve Ak Parti ile doğru orantılı entegrasyonu için en doğru isim M.Kasım Gülpınar olacaktır.
Alın terinin, emeğin huzura, barışa, aydınlık yarınlara akmasının önünü açacak ender isimlerden birisidir Gülpınar zira hem ülkemin hem memleketimin halkta ciddi anlamda karşılığı olan; özü sözü bir ve adil ve vicdan sahibi ve vizyonu, bilgi birikimi ile çok büyük başarılara imza atacak isim odur.
Yahu ülkenin en zengin toprakları üzerinde ülkenin en yoksul halkı olmak kusursuz cinayet değil de nedir?
Peki, cinayeti en iyi kim çözer; adaleti olanlar. Bu bağlamda Gülpınar’dan daha iyisi mi var?
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: