Dede, dedi Çınar;
-Emek nedir ve şimdi ne yapmalıyım sence?
Gün boyu soğan toplamaktan nasır bağlamış parmaklarıyla tütün sarısı bıyıklarını, morarmış kalın dudaklarını kapattı dedesi!
-Aha çay taştı!
Yalanı ile ok gibi fırladı mutfağa. Böyle yaparak tutamadığı gözyaşlarının yanaklarındaki acı dansını ve titreyen dudaklarını gizlemiş olacaktı.
Hayat Âdem dedeye mutluluk oyunun başrolünde olmasını çoktan öğretmişti!
Elini yüzünü yıkadı, boğazına düğümlenen hıçkırıkları torun sevgisi ile teselli etti etti! "Çay taştı!" yalanı ortaya çıkmasın diye ılık bir çay koydu ince belli bardağa.
Salona döndüğünde Çınar'ın mavi gözleri ile kendisini beklediğini gördü. Derin bir nefes alıp;
-Sorduğun soruya tek bir cevabım vardı baban uzun yıllar önce sorduğunda... "Yaşamını değerli kılacak olan şeyin alın teri ile ıslanmış bütün kazanımlar olduğunu söylemiştim"
-Sonuç dede?
Diye mavi gözledi çakmak çakmak merakla cevap bekledi.
-Evladım öğretilerimin peşinden çok uzaklara gitti!
O an önündeki kahve fincanını duvara fırlattı Çınar! Bent vurulamaz bir sel gibi çağladı ansızın. Çıldırmış demek az kalırdı eline geçirdiği kitapları paramparça ederken yüzüne yansıyan öfkesinden.
-Dedeeee! Diye bağırdı akşamın kül rengi karanlığına.
-Dede yeter Allah aşkına; çocuk değilim ben! Babam uzaklara falan gitmedi. Senin öğrettiklerinin bedelini maden göçüğünün altında kalan bedeni, umutları, hayatı ile ödedi babam! Evet, bir mezarı olmadığı için yıllarca böyle avuttun beni, ablamı ama artık yeter dede yeter!
-Babam sen ona "Varsın eşin bütün mal varlığını çalıp gitmiş olsun oğul; sen yine alın terini dök! Göreceksin ki yine kazanacaksın!" dediğin için kendinden çalınanın peşine düşmedi dede. Ve sana inandığı için kömür karasının ucuz alın teri yevmiyesinin göçüğü altında öldü!
-Dede, ablam seni dinlediği için çalıştığı iş yerindeki usulsüzlüklerle savaşmanın bedelini hapiste ödedi!
-Dede, Abim 33 aydır zerre ilgisinin olmadığı bir suç yüzünden üniformasından, işinden, aşından oldu!
-Abimin vatan sevgisini incittiler dedeee!
-Ve ben Dede; ve ben. Sırf sen istiyorsun diye üstelik yaşlı dedeme yük oluyorum kahrını çeke çeke öğretmen oldum.
-Öğretmen olana kadar yokluğun dibini gördüm dede.
-Sonuç mu; tek bir mülakat ile hayallerimi, o senin yılmaz şekilde savunduğun emeklerimi, alın terimi çaldılar!
-Şimdi söyle dede; emek nedir, ben şimdi ne yapacağım?
Acı acı gülümsedi Âdem dede.
-Doğrudur güzel torunum; babanın bir mezarı bile yok. Doğrudur ablan dört duvar arasında ve ağabeyin haksızca işinden oldu.
-Ama görüyorum ki; üçü gibi sen de beni eksik anlamışsın be güzel torunum! Çünkü ben size emeği, alın terini, dürüst olmayı öğrettim susmayı değil!
Bir an garip bir şaşkınlığın girdabında ne diyeceğini şaşırdı Çınar. Torununun şaşkınlığını gördü Âdem dede.
-Evet, ben hepinize "Asla harama bulaşmayın ve ekmeğinizi alın teri ile ıslanmış emekle kazanın ama siz siz olun, ne size ne de etrafınızdaki kimselere yapılan haksızlık karşısında susmayın" dedim...
Çünkü en büyük emek hakkının çalınmasına karşı dik durabilmektir evlat. Şimdi kalk ayağa ve bırak mızmızlanmayı! Madem büyüdüğünü iddia ediyorsun o halde MEB Mülakatın hayatları söndüren, hayalleri, emeği çalan torpilden başka bir şey olmadığını haykır...
ÖĞRETMEYİN ARTIK!
‘’Bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bir bela kazandırmaktır.” Der Thedore Roosevelt.
Belki de bu yüzdendir kimi düne kadar yediğimiz içtiklerimizin ayrı gitmediği komşumuz, kimi aynı kanı taşıdığımız kardeşimiz, kimi evladımız, eşimiz, dostumuz, arkadaşımız hatta vakti zamanında üzerimizde büyük emekleri olan iyilik meleğimiz olan ve masum mazlum olduklarını bile bile kör bakar olduk KHK Mağdurlarının hallerine!
Belki de bize öğretilenler yanlıştı da; Roosevelt’in tarif ettiği duyarsız, duygusuz, bana neci birer bela olup çıktık kim bilir!
Bakınız; ‘’Ülkemizdeki en büyük sorun nedir sorusuna işsizlik, terör, eğitim, ekonomik krizler’’ diye başlayıp sayısız sorunla devam eden cevaplar çıkacaktır karşımıza… Ama kim ne derse desin: Benim için bu ülkenin artık haksızlık, gözyaşı, kan, dram, ölüm, ırkçılık, faşizm akan en büyük yarası öğretilmiş hayranlık ve başarıya giden her yol mubah ezberidir!
Atatürk’ün liderlik vasıflarını, dâhiyane fikir ve öngörülerini, mücadelesini özümsemeden henüz ilkokul çağında resmini öpmek işte öğretilmiş hayranlığın sonucudur!
Mesela bayrak denen şeyin bir milletin göklerde salınması gereken en önemli milli sembolüdürü öğrenmemize fırsat vermediler! Ve bize ‘’Bayrağı bayrak yapan üzerindeki kandır!’’ demeyi yani kanı sevmeyi öğrettiler!
Bıraksalar, vatan denen toprakların hepimizin barış içinde yaşayacağı ana yurdumuz olduğunu öğrenecektik ama onlar bize ‘’Vatanı vatan yapan altındaki yatandır!’’ diyerek ölümü sevmeyi, öldürmeye hayran olmayı öğrettiler!
Emin olun benim ülkemde çoğu insan solculuğun, sağcılığın ne anlama geldiğini dahi bilmeden kendini öyle tanımlar! Çünkü bizlere solcu isen sağcıdan, sağcı isen solcudan nefret etmeyi öğrettiler. Nefret hayranlığımızı beslediler durmaksızın…
Yeryüzü ve evrendeki her canlıyı yaratanın ALLAH olduğundan şüphe etmeyen biz Müslümanlara Kürt isen Türk’ten; Türk ise Kürt’ten nefret etmeyi öğrettiler! Irkçılığa hayran olmayı yani…
Âşık olmanın ne denli saf, ne kadar özel ve güzel bir duygu olduğunu yaşamamıza dahi izin vermeden kızlarımızı kâh başlık parasına vermeyi kâh zengin koca ile evermeyi öğrettiler!
Erkeklik gömleğini ‘’Erkekler ağlamaz’’ diyerek gözyaşlarımızı kurutmayı öğrettiler. Oysa ağlamak duyguların solmasını engelleyen hüzün yağmurlarıydı. Kadın olmayı unutturup erkeklere köle olmayı öğrettiler de; kutsal kitabımızda annelerin ayaklarının altında denilen cenneti yok saymayı öğrettiler!
Şimdi size garip gelecek biliyorum ama iki kere ikinin dört olmasından, dağlardan, nehirlerden, başkentlerden ve hiç görmediğim liderleri sevmekten önce ahlaklı olmayı, topluma saygıyı, hakkı, hakikati, vicdanı, merhameti, vefayı yani insan olmayı öğreten Japonlardan biri olmayı çok isterdim!
Çünkü ben babalığımı yaşayarak, kardeşliğimi paylaşarak, aşkımı hissederek, acımı bölüşerek, dostluğumu emekle, vicdanımı düşe kalka, emeğimi vererek büyümek isterdim öğretilerek değil…
HATA BÜYÜYEREK DEVAM EDİYOR!
Atatürk’e yapılan öğretilmiş hayranlık yanlışı bugün Erdoğan’a yapılıyor, Demirtaş’a, Kılıçdaroğlu’na ve diğerlerine! İşte bu yüzden de biz bu insanların insanüstü birer varlık olduklarını düşünmeye başladık! İşte bu yüzden hatalarını söylemeye dahi korkak olduk! Ve aslında böyle davranarak hem onlara hem kendimize en büyük kötülüğü yaptık…
Kimseye hayran olmayı öğretmeyin bize Allah aşkına yeter…
AK PARTİ AĞIR HASTA!
Bugün bir okurumdan gelen video da giyiminden, konulmasından, oturduğu mekandan anladığım kadarı ile muhtemelen tarikat veya cemaatlerden birinin lideri, şeyhi ‘’Ak Parti sizce neden kaybetti?’’ sorusuna cevap veriyordu!
Fetönün bir dönem sözde saygın cemaati şimdinin kanlı terör örgütünden kurtulmak isterken Ak Partinin çöküş nedeni yeni bir cemaat lideri veya şeyhten öğrenme çabası bile bize dayatılan öğretilmiş cemaat hayranlığından başka bir şey değil…
Ama doğruya doğru ve videodaki kişi harika bir cevap veriyordu!
-Ak Parti bugün kaybediyorsa tek sebebi Erdoğan’ın etrafını sarmış yalakalardır! Ak Parti bugün kaybediyorsa bunun yegâne sebebi Erdoğan ve hatalarını dile getiremeyen ve her hatasını alkışlayan şakşakçılardır!
Ne kadar doğru değil mi? Ve adam devam ediyordu ibretlik tespitlerine. Dost olmak, birini sevmek onun hatalarını görüp yüzüne söyleyebilmektir ki hatalarından arınsın. Birini sevmek onun hasta olduğunu görüp tedavi olması için uyarabilendir ki o yara dostu öldürmesin…
Dönüp bakın son bir yıldaki bütün köşe yazılarıma; Ak Partinin bütün hatalarını yazdığı için bazı Ak Partililerce lime lime edilmek istenen benimdir. Ve ben, benim gibi bir avuç gerçekçileri sevmezler çünkü bizlere haksızlık karşısında ruhunu şeytana satmayı öğrettiler!
Olsun, ben durmadan haykıracağım Ak Parti artık tedaviye muhtaç ve kangrene dönüşmeden hasta kollarını kesmek durumundadır!
Çünkü öğretilmiş Erdoğan hayranlığı yüzünden gerçek Ak Partili sevdalıları dâhil halk Ak Partinin içine sızmış tefeci, rüşvetçi, ırkçı, ihale vurguncusu, çapsız, hırsız isimlerin ülkeye ve Ak Partiye ihanetleri ile zararlarını söyleyemiyor arkadaş!
Aylardır liyakat yoksunu, çapsız, çıkarcı bazı Ak Partililer yüzünden özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde masum, mazlum Kürt halkına haksızlık ediliyor dedim. Aylardır gizlenmiş olmak isteyen ve bunu masum insanlara iftira atarak başaran kriptocufetöcüler yüzünden yüz binlerce insanın KHK’lar ile işinden aşından edildiğini haykırdım.
Ve aylardır bütün bunların başta Fetö terör örgütü olmak üzere; birçok iç dış mihraklarca Erdoğan düşmanlığını 80 milyona empoze etme kozu olarak kullandıklarını anlatmaya çalıştım…
Bakınız; Ak Parti bu sülüklerden kurtulmadıkça yarası kangrene dönecek ve telafisi mümkün olmayan bir kaybedişe doğru sürüklenmeye devam edecektir.
BİZ BAŞARALIM O HALDE!
Tamam ve kabul, bize yanlışı öğrettiler bugüne kadar! Gelin doğruyu bulana dek mücadele edelim arkadaş… Biz başaralım birbirimizi sevmeyi. Haksızlığa karşı susmamayı, sevdiklerimizi hatalarıyla yüzleştirmeyi ve oldukları gibi sevmeyi…
Gelin Kürt olmanın, Türk, Arap, Laz, Çerkez olmanın tadını çıkaralım barış içinde ve kardeşçe.
Gelin doyasıya âşık olalım…
Mesela KHK ve MEB Mülakat mağdurlarının dramlarını görmekle başlayalım ne dersiniz?
Yorumlar
Kalan Karakter: