ERİN’MEDEN SEVİN!
ARTIK YÜRÜMEK İSTEMİYORUM! (2)
"Sen önce kendi ayıplarını ört Ekrem; sonra başkalarının ayıpları ile uğraş!"
Yazı dizimize ruhunu veren bu mesaj bu yazı dizisi bitene kadar kulaklara küpe ve ibret belgesi gibi asılı kalacak başköşede…
ÂŞIK OLUN BİRAZ!
Sevgili Dostlar; yukarıda yazılı mesajın etkisinden midir; uyandığım derin uykulardan mıdır bilmiyorum ama bu sabah içimde anlatılmaz bir yaşama sevinci rüzgârı esiyor!
Sokağa çıkıp herkese sevgi ile MERHABA diye selam verip sarılasım, bütün insanları öyle çok sevesim var ki…
Muhtemelen ancak Tahtakale de bulabileceğim bir ton bilye alasım, birdirbir, kör ebe, saklambaç çocukluğumda kalan ne kadar oyun varsa özellikle sokak çocukları ile doyasıya oynayasım var…
Yeniden âşık olasım var 25 yıldır âşık olduğum eşime ve evlatlarıma, dostlarıma, akrabalarıma ama özellikle hatır bilene ve yolu sevgiden geçenlere. Mesela bir ağaca âşık olasım var bugün; bütün çiçeklere…
Buğday tanesine âşık olasım var, başak tarlalarına ve kurban olduğum yaratana…
Yüzünü hiç görmediğim yaralının yarasına merhem olasım var, fakirin sofrasına bir dilim ekmek gibi düşesim... Irgat olasım var kızgın güneş altında nasırlı elleri ile döven bütün mevsimlik işçilerin yerine…
Ama ille de yolu vefanın çiçekleri ile bezeli sevgi köprüsünden geçen koca yürekli güzel insanlara, toprak anaya, denize, kuşa, kurda âşık olasım var…
Bence bugün kendinize bir iyilik yapın, kurtulun hayatın bileklerinize taktığı sevgisizliğin, kinin, nefretin, vefasızlığın paslı prangalardan… Âşık olmayı deneyin benim gibi.
Bence bugün sizlerde benim yapın kurtulun bütün yüklerinizden ve açın gözlerinizi, Üzüldünüz diye değişmeyin sakın ve asla dönmeyin yolunuzdan. Hatta onlara dahi âşık olun!
Bakınız;kutuplarda buzullar eriyor, insanoğlunun hovardaca harcadığı yeraltı yerüstü kaynakları hatta canlı türleri bir bir tükeniyor artık. Göreceksiniz, yakın gelecekte bütün dünya ülkelerinin en büyük sorunu tükenmekte olan su kaynakları olacak! Bütün dünyanın akciğeri olan ormanlarımız tükendiğinde nefes alamayacak hale gelecek insanoğlu farkında değil! Lütfen ama lütfen farkına varın artık! Bu büyük felaket tablosunun tam ortasında dört mevsimi doyasıya yaşadığımız, hala el değmemiş bereketli toprakları, gün yüzüne çıkmamış yeraltı yer üstü kaynakları, dereleri, denizleri ile muhteşem bir ülkede yaşıyoruz…
Hal böyle iken ve bu güzel ülkede yaşamanın tadını doyasıya çıkarmak varken neyin hırsızıdır Allah aşkına? Ne önemi var dilimizin, ırkımızın, ten renklerimizin, ideolojilerimiz, partilerimiz, tuttuğumuz takım farklılıklarının?
Bütünü ile kurban olduğum yaratanın milyarlarca çeşit çiçeklerle süslediği, her biri insanoğlunun kutsal varlığına hizmet eden milyarlarca farklı canlı türleri ve bütün ihanetimize rağmen bizlerden nimetlerini esirgemediği dünya da tıpkı çiçekler gibi renklerimiz ile ahenk içinde yaşamayı hayal edin. Hayali bile güzel olan bu kardeşçe, barış içinde yaşamak varken; neyin kavgasıdır birbirimizi üzmekten, acıtmaktan, can yakmaktan başka işe yaramayan?
Âşık olun sadece, göreceksiniz bu dünya çok güzel be… Bırakın kimseler anlamasın sizi ne çıkar? Vicdanınız rahat, alnınız ak, başınız dik olduktan sonra ne önemi var anlaşılmak, anlaşılmamak?
Bakın mesela ben, memleketimde ve dahi ülkem de yüzleşmeyeceğim tek bir kişi yok, yüreğim rahat, vicdanımla serseri türküler savuran ve alabildiğine özgür, kimseye karşı karın ağrısı olmadan yaşıyorum. O halde ne önemi var birilerinin haksızlığı, söylemleri ve eylemlerinin? Bilakis, başta ellerinde kan kırmızısı dikenli gülleri ile sırtınızdan vuran dostlarınız, arkadaş, sırdaş, kardeş, ağabey, akraba kim varsa hepsini öyle çok sevin ki; ayıp eden kendi sevgisizliğinin anaforunda kendi vicdanı ile baş başa kalsın.
Karadeniz’i gördünüz mü hiç? Yeşil ile mavinin iki sevgili gibi kucaklaştığı yiğit insanların cennetten koparılmış saklı bahçeleri gibidir mesela. Nefes aldığınızı hissettiğiniz yeşillikler arasında başını göğe uzatmak ve bitmeyen bereket yağmurları altında ıslanmak. Fındık ağaçları ve çay yapraklarının nazlı nazlı salındığı topraklar bizim. Peki, ne önemi var o topraklarda yaşayanların hangi dilde konuştuğunun ha? Çünkü o topraklar ülkemin ve o insanlar benim kardeşlerim, kandaşlarım, canlarım…
Yüzünü mavi sulara veren ve zeytin kokulu yiğit Efelerin yurdu Ege’yi gördünüz mü? Hani Yunan’ın denize döküldüğü Ege’m… Başında örtüsü, altında şalvarı ile tarlaları döven annelerin memleketi Ege. Masmavi denize sol yanını yaslayıp inci gibi dizilen Ege. Ne önemi var Ege de yaşayanların hangi dili konuştukları, ten renkleri ha? Çünkü orası da benim ülkemin bir başka cennet bahçesi arkadaş. Çünkü o insanlarda benim milletimden, canımdan, kanımdan…
Marmara’sı, Akdeniz’i, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğusu ile Türkiye dünyanın en güzel ülkesidir.
Hadi bugünü sevgi günü ilan edelim! Uzun zamandır küs olduklarınızı arayın barışın mesela. Mesela anne babalarınızı, kardeşlerinizi, dostlarınızı arayın. Çoktandır kapılarını çalmadığınız komşularınıza gidin ve sıkı sıkı sarılın. Cebiniz de iki lira tek mi var; bir lirasını bir çikolata alıp yetim bir çocuğa verin.
İnsanları sevin ayırt etmeden. Evde bulunan pet şişelerden birini ortadan ikiye bölüp, içine su doldurun ve sokağa bırakın mesela. Sokak hayvanlarını aç, susuz bırakmayın göreceksiniz içinize müthiş bir rahatlık çökecek. Kimsesizler, yaşlılar yurtlarına, bakım evlerine gidin. Yakınım yok ki demeden hastanelere gidin ve hastaların ellerinden tutun derim. Bir demet gül alın yıllardır kahrınızı çeken eşinize mesela. Mesela evlatlarınıza sarılın ve anne babası olmayan öksüzün, yetimin saçlarını okşayın.
Kısacası sevin, sevin, sevin yahu… Sevgi pınarlarınız ömür boyu aksın dilerim. Doyumsuz bir sevgi ile barış içinde yarınlar dileği ile hepinizi çok seviyorum. Sevgi gününüz kutlu olsun dostlar…
GELELİM AYIPLARIMIZA!
Masum ilkyazımızda ilk ayıba M.Kasım Gülpınar ismini anlatarak imza attığımı ifade etmiştim.
İnsan bir kere alışmayı versin ayıp etmeye; ardı arkası gelmiyor sonra!
Mücadelemizin başları sayılırdı. GTH Bakanı olan Faruk Çelik kendi eli ile belediye başkanı yaptığı ve haddinden fazla güç verdiği birileri tarafından istenmeyen adam ilan edilmiş, tuhaf bir şekilde referandum da rekor kıran Harran ve Akçakale dâhil Ceylanpınar ve GAP Havaalanında yuhalanıyordu!Pardon, birileri tarafından yuhalatılıyor dersek daha doğru olur sanırım.
Kendi halinde, kimseye zerre zararı dokunmayan ama aynı zamanda gerçek bir devlet adamı olan Şanlıurfa Valisi Güngör Azim Tuna kararlı bir şekilde mücadele ediyordu kirlenmişliklerle! Şehrin bazı ilçelerindeki çadır kentlerde ve bazı kurumlarda yapılan yolsuzluklara adeta savaş açmış, birkaç siyasinin karıştığı iddia edilen ciddi bir vurgunu tespit ettiği söylenirken; vurguncuların kumpas ve çirkin iddiaları ile merkeze alınıyordu!
Çok geçmeden Urfa'nın başına adeta talih kuşu konuyor ve Güngör Azim Tuna"nın yerine Adıyaman valisi Mardin kökenli Abdullah Erin Urfa valisi olarak göreve başlayacaktı.
Bu atamanın şehrime ne katacağını bilen ve büyük mutluluk duyan belki de tek adam bendim zira kendisini tanıyor ve neleri başarabileceğini de biliyordum!
Ama aynı zamanda tehlikenin de farkındaydım! Çünkü Erin siyasetinin her türlü vurgunlar, bel altı operasyonlar ve birbirine düşman halleri ile kirlenmiş Urfa için doğru isim değildi!
Çünkü Erin devlet geleneğinden gelen, devletin şefkatli ellerini vatandaşın sırtına, yüreğine dokunduran, doğru bildiklerinden ödün vermeyen ve dürüst, samimi, vizyonel, merhametli en önemlisi de mangal yürekli bir Mardin Turna'sıydı...
Onun vali olduğu yerde fakir fukarayı sömürmek, tüyü bitmemiş yetimin hakkına konmak mümkün değildi...
Çünkü Erin adam gibi adamdı ve bu bizim şehirde istedikleri gibi at oynatanlar için felaket anlamına geliyordu!
Deli çoban Ekrem Arpak durur mu hiç? Başladım Abdullah Erin'i de anlatıp hem kendisine hem hemşerilerime ayıp etmeye!
İşim çok zordu çünkü bir yanda attığı her adımla Urfalıların gönüllerinde taht kuran ve Urfalıların sevgilisi haline gelen güçlü bir vali; öte yandan böyle bir vali ile şehri istedikleri gibi yönetemeyeceklerini bilen başta Beyaz Urfalılar olmak üzere Tilki'den de uyanık bazı siyasiler!
Velhasıl zor adamdı Abdullah Erin! Kız çocukları için her babanın birer BEYAZ ATLI PRENS olduğunu bilir misiniz ve erkek çocuğu için her annenin MASAL PRENSESİ olduğunu?
Doğrudur, bütün değer yargılarını yerle bir ettiğimiz bu zamanda kirden sararttık Prensesin süt beyazı pamuğunu ne yazık ki! Doğrudur, Prensin Beyaz Atının ayaklarını kırdık ve artık gelemez oldular prenseslerini veya yardıma muhtaç birilerini kurtarmaya. İşte böyle bir hayatta rahat durmadı Abdullah Erin arkadaş. Masalların ortasından çıka geldi birden! Üstelik ne Beyaz Atı vardı altında ne omzundan sarkan altın yaldızlarla bezeli uzun beyaz görkemli elbiseler ile keskin kılıcı. Varı yoğu yüreğinin orasından insanlığa doğru bitmeden akan tertemiz sevgisi, vicdanı, merhametiydi…
Rahat durmadı Erin! Şehrimin yoksul çocuklarına Beyaz Atlı Prens oldu inadına! Diz çöktü akşam vakti ve Ay Dede tanıklık etti selpak satan çocuk ile baba yürekli Erin’in insanlık dersi veren sohbetine…
Erin’in elinden çocukların kucaklarına koşan oyuncaklar canlandı sanki. Gülücük oldular o çocuklara, arkadaş, sırdaş oldular… Ve yoksul anne babalar Erin’in vicdan pınarından akan sevgi selinde yıkadılar elleriniz, yüzlerini. Umutlarını Erin’in devlet şefkati pınarında yıkayıp astılar güneşe doğru.
Gel de böyle bir Valiye AYIP ET arkadaş. Ama Ekrem Arpak ben. Ne yapıp edip ettim bütün büyük ayıpları! Çaktırmadan içimde büyümeyen ve hala pamuk tarlalarında elleri üşüyen çocukluğum için bir oyuncak da ben kaptım Erin’in ellerinden… Sonra içimdeki çocuk ve kavgasının izleri kaşının ortasında kalan gençliğim de çimdi valinin masallar diyarından koparıp Urfa’nın ortasına bıraktığı sevgi denizinde. Bu yüzden çocukluğum, gençliğim ve ak sakallı halimle üçümüz de ayıp ettik Erin’e…
Aslında mücadelenin hikâyesi M.Kasım Gülpınar'a ayıp etmekle aynı yolda seyir ediyor; birileri Erin'i anlatan Ekrem Arpak'tan çoktan nefret etmiş ve zehirli oklarını atmaya başlamışlardı!
Yine sürü ile hak gaspı, yine tehditler ve yine haysiyetsizliğin ürünü iftiralar ardı ardına geliyor; hiç bir şey bulamayan birileri abuk subuk suç duyuruları ile kapıma mahkeme celbi ile polis gönderiyordu!
Bu arada benim Urfalı olması hasebi ile büyük destek verdiğim Fakıbaba GTH Bakanlığı olarak göreve başlıyor ve ilk işi şehri bütünü ile ele geçirmek, bin yıllardır o topraklarda kök salmış saygın aileleri "Feodaliteyi bitirmek" gibi zavallı bir bahane ile karşısına alıyordu.
Henüz doyasıya Abdullah Erin'e ayıp edememişken,Fakıbaba'nın tarihin en komik GTH projesi olan ve olmayan koyunları vaat ederek "Şehirden Köye Dönüş" projesi ile halkın aklı ile alay eden mesele patlıyordu!
Fakıbaba'nın gözü o kadar kararmıştı ki kendi bakanlığına ait dolayısı ile ancak kendi iradesi ile hareket edilen bir projede SGK Başkanı Selim Bağlı'nın torpil ile yakınlarına binlerce koyun aldırdığı iddiasını bir ziraat başkanı ve Selim Bağlı'nın o aralar arası bozuk bir başka siyasetçi üzerinden kamuoyuna fısıldıyordu!
Haydaaa! Aldım mı başıma bir de Selim Bağlı'ya ayıp etmeyi!
Bu şehre gelen belki de en mükemmel vali olan Abdullah Erin'i anlatmak zaten yeterince zor iken bir de Ankara da gururumuz olan SGK başkanına atılan iftirayı ortaya çıkarma ayıbına imza atmak kolay değildi.Ayıp heybemin dikişleri sökülmüş ve artık dibine kadar ayıba batmıştım!
Mesela Fakıbaba'nın asrın projesi olan "KEPEK EKME" skandalını kamuoyuna anlatarak ülkeme de büyük ayıp etmeye başlamıştım.La aslında var ya, beni assalar yeridir ha!
Derken, STK Başkanlığı mevzu bahis ise şehrin belki de en duayen STK başkanı olan Ticaret Borsa Başkanı Mehmet Kaya GTH Bakanlığı tarafından orantısız bir güçle baskı altına alınıyordu! Ve beni kaşıntı tutmuş, Mehmet Kaya'ya ayıp etmeye de başlamıştım!
Arkadaşlar, tek başına bu kadar ayıba bulaşmayı kolay sanmayın ve denemeyin sakın ha!
Gurbet kuşuna dönüyor insan mesela... Evlatlarına hasret kalıyor, evlatlarının rızkını ayıplarına kurban etmenin vicdan azabı ile kıvranıyor insan!
Bu arada bütün bunlar yetmezmiş gibi ülkenin en önemli TV kanallarında "Karacadağlı’yım, Kejanlı’yım ben" diyerek uzun zamandır derin gaflet uykusuna yatmış aşiretimi (Ailemi) uyandırmak gibi bir ayıba da bulaşıyordum.
Yetmiyor, Urfa'mı, Göbeklitepe'yi, Ceylanpınar'ı, Siverek'i, Viranşehir'i ussal basında manşet yapan tanıtım ayıplarının günahkârı oluyor; mevsimlik işçilerin dramını milyonlara anlatarak büyük bir kabahat işliyordum.Bütün bu ayıpları yaptım inkâr etmiyorum, suçluyum!
Çünkü Abdullah Erin dediğimiz adam değil Urfa bütün ülke için klonlanarak çoğaltılması gereken bir yürektir bilirim.
Yoksul topraklarda kök salan bir çınardır dallarında vicdanın, merhametin, insan sevmenin, devlet elinin şefkatinin, temiz hayatın en güzel meyvelerini açan.
Çünkü Abdullah Erin Mardin'den başını aydınlık yarınlara uzatan ve güneşe kardeş olan bir insanlık dağıdır, büyük ayıp ettim Allah beni bildiği gibi yapsın!
Çünkü Selim Bağlı Urfa'nın Ankara da kalan tek bürokratik gururudur benim için.
Entelektüel yapısı ile bir derya, tarihin yazılı olmayan güzelliklerini belleğinde arşivleyen bir Urfa hafızasıdır, dosttur, candır, kardeştir ve en önemlisi onca çamura rağmen balçıkla sıvanamayacak kadar temizdir...Selim Başkan beni afetsin kendisine yaptığım ayıplardan dolayı.Ve uzun yıllardır Ticaret Borsa Başkanlığını şerefi ile icra eden Mehmet Kaya başkanın yüzüne bakamayacak kadar ayıp ettim özür dilerim.
Gelelim bugünkü yazımıza konu olan şehrin sorununa...
BU ZULÜM BİTMELİ ARTIK!
Yıllardır bölge halkının alın terini resmen sömüren ve kaçak elektrik yalanı ile milyarlarca lira vurgun yaptığı iddia edilen DEDAŞ'ın hala nasıl ve neden uyarıya bile tabi tutulmadığını doğrusu anlamış değilim.
Ek tüketim adı altında halkı soyup soğana çevirdiği iddiaları hava da uçuşan, tarımın bitme noktasına gelmesinin başlıca nedeni olarak görülen bu kuruluşu bizim bilmediğimiz hangi güçler koruyor?
Zira öyle olmasa milletvekillerimiz, bürokratlarımız neden müdahale etmiyor yada edemiyor mu?
Başka şehirleri bilmem ama iddia edilenlere bakılırsa DEDAŞ Urfa da çağın vurgun ve sömürü vebasıdır.Bu soygunun sorumluları da alenen işlenen suça göz yuman siyasilerdir.
Milletvekili, belediye başkanı, bürokrat olmak öyle sadece taziyelerde, düğünlerde boy göstermek değildir. Yüreğiniz yetiyorsa bu zulme son verin.
Bu zulüm derhal bitmelidir.
Konu DEDAŞ olunca buradan Viranşehir’in mangal yürekli kaymakamı Ömer Beye sevgi, saygı ve hürmetlerimi iletmeden geçemeyeceğim. İnanıyorum ki; bu ülke de Ömer Bey gibi kaymakamlar, bürokratlar, siyasiler çoğaldıkça haksızlıklar bitecek ve bizler bütün renklerimiz ile kardeşçe, barış içinde yaşayacağız…
Ömer Kaymakam gibilerdir fakir fukaranın umudu ve barışa yüzünü veren yarınlar…
Sahi Sayın Kaymakama da ayıp etmişliğim vardır, huyum kurusun!
Devam Edecek…
Yorumlar
Kalan Karakter: